Ah Keşke!...
Aile albümüne bakmaya devam ederken, bebeklik resmine takıldı gözü. Büyükada’daki yazlık evin bahçesinde çekilmişti resim. Annesinin kucağındaydı. Ne şirin, ne güzel bir bebekti. Keşke hep öyle kalsaydım diye düşündü. Ne yazık ki yıllar çok şey alıp götürmüştü. Ama hiç bir şey Onun kadar canavar ruhlu olmamıştı bu konuda. Dost bildiği günlerin acısı zamanla çıkmıştı. Farkında olmadan, yavaş yavaş , derinden ve sinsice.
Bir gün merdiven altında gizlice yaktığı sigarasını tüttürürken annesine yakalanmıştı. Hiç vurmamıştı o güne kadar annesi Ona. Eli yüzündeydi şimdi. Sanki o günün acısını hissetti bir an. Keşke o son olsaydı dedi kendi kendine. Keşke ufak bir tokadın acısıyla kalsaydı her şey. Ah şu keşkeler! Havada uçuşuyorlardı. Arada yüzüne çarparak.
“Yaksana oğlum bir tane sen de. Bak pişman olursun ha! Demedi deme”
“Yok istemem.”
“Lan oğlum neden korkuyorsun? Bak çok güzel. Ohhhhhhh! Mis mis!”
“Boğulmaz mıyım dumandan?”
“Ha ha ha! Ne boğulması be? Huzur buluyorsun. Mutlu oluyorsun. Al çek bir fırt”
Bir fırt çekmişti. Sonra bir fırt daha, bir daha, bir daha… Bir iki öksürük sonrası yıllardır içiyor gibiydi. Büyümüştü sanki.
Elinden bırakamıyordu artık. En yakın arkadaşıydı dumanı üstünde bu ufak şey. Günde bir iki tane derken bitirdiği paketlerin sayısını hatırlamaz olmuştu.
Hataydı yaptığı. Hayatının hatasıydı. Çok geçti bunu söylemek için. Ama deli gibi pişmandı. Yanılmıştı. Bunu ancak hastane odasında, iflas eden ciğerleri ile baş başa kalınca anlamıştı. Nasıl gelmişti, kim getirmişti hatırlamıyordu.
Kapı çalındı o an. Hemşire hanım gelmişti.
“Nasılsınız bugün? “
Nasıl mıydı? Tarif etmeye kelime var mıydı içinde bulunduğu bu ruh halini. Düşündü. Bulamadı. Sustu.
Oysa gençliğinde çakı gibiydi. Öyle derlerdi mahallede Ona. Boylu poslu, yiğit, yakışıklı bir delikanlıydı. Az atmamışlardı kızlar cebine hayran mektuplarını.
“Ahmet!”
“Efendim Zeliha”
“Beni seviyorsun değil mi?”
“Bu nasıl soru? Sevmesem işim ne yanında?”
“Ama seni geçen gün Ayla ile görmüşler”
“Kim görmüş! Yalan valla. Kuyruklu yalan.”
“Yani beni seviyorsun!”
Kaç kere tekrarlanmıştı bu diyalog. Sadece kızların ismi yer değiştiriyordu. Mahallenin oğlanları kıskançlıktan sinir oluyorlardı Ona. Ama kim takardı ki. Yaşadığına bakıyordu Ahmet. Ne yapabilirdi ki. Şeytan tüyü vardı Onda.
“Şimdi sizi ilaç için hazırlamam lazım Ahmet Bey”
Hemşire hanımın konuşması ile dağılmıştı kafasındaki eski hatıralar. Hastane odasındaydı. Kemoterapi saati gelmişti demek. Bu aldığı kaçıncı ilaçtı. Üstelik bir faydası var mıydı bunu bile bilemiyordu. Kendini hep yorgun ve bitkin hissediyordu sonrasında. Ama düşmüştü bir kere ellerine. Zaten oldum olası sevmezdi hastane odalarını.